Datacenter işinin Türkiye ile sınavı

Datacenter Tasarımı
Datacenter Tasarımı

2004 yılında Hosting işi için kurduğum, sonrasında gelişmeleri takip etmek zorunda kalarak Datacenter, Cloud, CDN gibi alanlara da giriş yaptığım şirketimi 2013 yılında dünyanın en büyük 2. Datacenter işletmecisine sattım. Bu süreç sonrasında 15 ay yönetici olarak görev yaptım ve sonrasında fikir ayrılıkları sebebi ile ‘kovuldum’. Sonrasında pek çok sektörde şimdilik 15 ten fazla şirkete yatırımcı olarak hayatıma devam etmeye karar verdim. Bu noktada para kazanmak ama nasıl? başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim. Birazdan sizinle paylaşacaklarım Ülkemizin Datacenter sektörü ile imtihanı hakkındaki kişisel yorumlarımdır. Örnekler ile anlatmaya çalışacağım konular tamamen hayal ürünü olup kişi veya kurumlar ile alakası yoktur.

Kişisel olarak ülkemiz içerisinde bir verimerkezinde ortak olmuş fakat aktif rol üstlenmemekteyim. Yurtdışında ise Amerika ve İngiltere merkezli yabancı bir Cloud şirketine ortak durumdayım. Buna ek olarak Cloud, CDN, Hosting, Datacenter, Dedicated Server gibi servislerin yönetimini sağlayan bir yazılım şirketinde de yatırımcı durumundayım.

Öncelikle dünyada datacenter şirketlerinden bahsetmemiz gerekiyor. Dünyada bu iş bizim sektöre göre 10 yıl kadar daha eski durumda. Fakat aktif regülasyonlar sayesinde bu kısa 10 yıl içerisinde sektör aşırı hızlı büyüyerek değişti. Eskiden datacenter sahibi teknoloji adamı iken artık bu durum alışveriş merkezinden hallice bir yapıya döndü. Kabaca işin sahibi değişti. Teknolojiyi bilmenin değeri kalmadı ve parayı yatıran en büyük kapasitelere sahip olarak devasa boyutlara ulaştı.

Çok para yatırmak devasa boyutlara ulaşmak özellikle son 10 yılda kapitalin bu kadar rahat ulaşıldığı bir dönemde hiç zor değildi. Bu yüzden özellikle Amerika, İngiltere, Almanya ve Hollanda içerisinde bu sektör tek başına bir sanayi haline geldi. İngilterede datacenter işletmecilerinin sadece ülke içerisinden sağladıkları gelirin 2015 yılı sonunda 3 milyar sterlin üzerinde olacağını söylersem sanırım işin ŞAKA olmadığını anlarsınız.

Biraz önce İngilterenin ne kadar büyük bir Datacenter cirosu olduğunu söyledim. 3 Milyar Sterlin! Çooook büyük mü? Şimdi bakış açımızı değiştirelim biraz. Peki bu adamlar 3 milyar sterlin ciro yarattıkları sektörün tüm internet ekosistemine ve bu sistem üzerinden dönen gerçek ekonominin boyutu sizce ne? 30? 300? 3000? Yüksek! Çooook Yüksek!

Peki bu ülkelerde bu gelişme nasıl oldu?

Bu soruya ülke ülke bakmak gerekiyor, her ülkenin farklı bir dokusu ve yaklaşımı var. Ama tamamının ortak amacı pazarda söz sahibi olmak, para kazanmak!

Amerika, hayaller ülkesi. Amerikanın gerçek gücü internet olgusunun babası olması. Doğal sirkülasyon. İlk ve en hızlı kullanıcı kitlesine sahip olması. Feci regülasyon ve hukuk düzeni ile yapının büyümesine destekçi olması. Lokal nüfus gücünün fazla olması. Bu özellikler sebebi ile internetin ayrılmaz bir parçası ve her türlü teknolojik yeniliği çok hızlı geliştirmesi. Örnek olarak Netflix şirketini vermek istiyorum. Kendileri 2 yıl önceki yılbaşında Amerika içerisindeki tüm internet trafiğinin %30-35 lik oranını oluşturuyorlardı. Yani insanlar, Amerikan vatandaşları sadece film izleyerek tüm ülkenin %30 luk trafiği yaratıyorlardı. Tam bu sırada google’a sorma gereği duydum. Kullanım oranı %37 lere ulaşmış. Aşağıda da büyüme grafiğini göreceksiniz.

Netflix Data Usage
Netflix Data Usage

 

Yine diğer Amerikan devlerine bakarsak Youtube tek başına %15-16, Facebook tek başına %2-3 olduğunu söyleyebilirim.

Peki bu adamlar ne yaptı da bu iş bu noktalara geldi? Cevap basit. Herkes işini yaptı. Doğal pazar yeri durumunu değerlendirdiler. Hukuk ve Regülasyon ile denetimleri arttırdılar. Pazarın büyümesi sırasında engel olmak yerine çözüm aradılar ve finansal olarak desteklendiler.

Datacenter’ın kaç personel çalıştırdığına ne kadar vergi ürettiğine takılmadılar. Datacenter’ın üzerinde taşıdığı ekonomiyi düşündüler. Hızı, otomasyonu düşündüler. Bu otomatik sistemin kolay denetimine kafa yordular. Haliyle sektör bu kolaylıkları değerlendirmekte gecikmedi ve büyüdü.

Bu noktada 3 tip pazar oyuncusu vardı.

  1. tip oyuncular IBM-HP gibi büyük oyuncular. Bu firmalar uzun yıllardır sektörde büyük servisler ve çözümler sağlıyorlar sunuyorlar. Fakat son zamanlarda 2. tip olarak belirteceğim oyuncuları satın almaya başladılar. Buna globalde konsolidasyon deniyor. Amaç birleştirme yaparak maliyet ve pazar avantajını kullanmak.
  2. tip oyuncular ise biraz daha çok benim tipimdekiler. Yani işi bilerek pazara yıllar önce girmiş, işi yapmış, işini büyütmüş, pazarda yer edinmiş ve ciddi müşteri hizmetleri sağlayan markalar. Bu markalara örnek vermek gerekirse Softlayer ve Rackspace en iyi örnekler olacaktır. Özellikle Softlayer şirketine değinmek istiyorum. Ama bunu birazdan Softlayer konusunu paylaşacağım.
  3. tip oyuncular ise büyük emlak şirketleri. Ne alaka diyenleriniz var mı? Cevap çok basit. Tıpkı ofis üretir gibi, AVM üretir veya işletir gibi görüp çok daha büyük boyutta konuya bakan şirketler. Amerikanın son 5-10 yılında bu şirketler pazarı domine edip işi yapan şirketler oldular.

Softlayer konusu:

Softlayer pazarda çok eski bir şirket, sahibi tıpkı bizim gibi teknolojiden anlayan, işini seven bir arkadaş ve bazı seminerlerde dinlediğim kadarı ile 7/24 işinin başında yatmayı seven birisiydi. Zaman içerisinde rekabet ortaya çıkınca fikirleri ile ayrıştı. Ürüne yöneldi. Para verip büyük mekanlar yapmanın değersizliğini çok erken farketti. İleride HP-IBM gibi şirketlerden daha çok 3. tip oyunculardan gol yememek adına 3. tip ve 1. tip şirketlerin büyük para güçleri ile yapamayacakları birşey yaptı. Ürüne abandı. Ürün geliştirdi. Çözüm üretti ve bunları kolay kullanılır yapmanın peşine düştü. Şahsen kolaylık konusunda soru işaretleri taşısamda genel olarak başardı. Bunları yaparken çok daha önemli birşey daha yaptı. Rekabeti kendi lehine çevirdi. Kendi lehine derken şahsi olarak düşünmedi. Kendisine benzeyen tüm yapıları ortak olarak düşündü. 2. tip altındaki tüm şirketleri birleştirme, satın alma yoluna gitti. 3-4 şirket birleştirdiler bu süreçte ve ortak bir markada toplaştılar. Konsolide oldular. Sonra IBM 2013 yılında 2 Milyar $ ödeyerek şirketi satın aldı.

Bu arada Softlayer’in bundan 4-5 yıl önce sunumlarda Cloud için, Cloud iyidir hoştur ama dedicated işi asla bitmez, hatta çok daha büyük olacak şeklinde bir sunumu vardı. Orlando’da Parallels etkinliğinde yapmıştı bu sunumu belki internetten bulabilirsiniz. Kendisi şuan IBM’in global Cloud Vision’unu Softlayer yönetiyor 🙂

Amerikanın dedikodusu bitmez. Bundan 5 yıl önce teknoloji haberlerini takipe derken bolca cloud, datacenter, hosting şirketi konusu vardı. Fakat şuan sıfır! Sebebi bu işlerin artık standart bir meta haline gelerek parayı veren herkesin en kralını kurup kullanabileceği bir yapıya dönüşmüş olması. İş ve trend artık bu işi yapmak değil. Bu işin üzerinde çok daha değerli işler geliştirmek’e döndü. Sektör 10-15 yılda teknolojinin öncüsü olmaktan çıktı, sıradan hale geldi.

İngiltere neler yaptı?

İngiltere tarih boyunca yapmış olduğu kurguyu devam ettirdi. Ticaret yollarında söz sahibi olmak ve doğal liman olma özelliğini bu alandada korudu. Dünyanın etrafını dolaşan fiber kablolardan pay almak için çabaladı. İrlanda-Hollanda-Fransa-Portekiz gibi pek çok rakibi geri plana iterek sadece Amerikadan gelen değil, kuzeyden, güneyden, hatta ortadoğu ve uzakdoğudan gelen tüm fiber kabloların birleşim notkası olmak için ilk atılım yapan ülke oldu. İlk aksiyon aldı, ilk üretim yaptı, ilk destek verdi ve ilk parayı harcadı. Sonuç? Dijital ekonomide geri kalmadı ve ciddi söz sahibi durumunda.

Ingiltere Fiber Rotaları
Ingiltere Fiber Rotaları

Yukarıda saydığım tüm kıtalardan, ülke demiyorum, KITA lardan gelen tüm kablolar ingilterede sonlanıyor. Bazı kablo rotaları sadece yedeklilik amaçlı alternatif ülkelere gidiyor fakat ana trafikler ingiltere üzerinden geçiyor. Yüzyılların ticaret devi bu konuda da geri kalmadı. Burada asıl önemli nokta ise Amerika gibi işin sahibi olmaya, Google, Facebook veya benzeri şirket üretmeyi başarmayı çalışmadı, hayal kurmadı. Gerçekçi olanı yaptı. Sadece doğal ve coğrafik özelliğini biraz ön plana çıkarttı ve destekledi. Yukarıdaki harita söylemek istediğimi sanırım en iyi şekilde ifade etmektedir.

İngiltere bu işler olurken Amerika gibi regülasyon tarafına önem verdi. Bizdeki gibi tekelleşme kurgusunun peşine düşmedi ki bu arada BT(British Telecom) dünyanın en büyük şirketlerinden biriyken bunu yaptıklarının altını çizmek istiyorum.

Nedir yahu bu Regülasyon?

Regülasyon bir işi, sektörü denetleme görevi kabaca. Telekom sektörü için konuşursak haksız rekabet veya ülkenin genel prensibi doğrultusunda pazardaki oyuncuların kontrolü ve ticaretin güvenliğini kalitesini denetleme işidir. Yani A firmasının yaptığı çalışmanın hem rakiplerin hem de müşterilerin lehine sonuçlanması sürecini yönetme işi diye aktarabilirim sanırım.

Şuan İngiltere Londra öncülüğünde bu alanda söz sahibi durumda ve dünyanın en büyük trafik değişim noktalarına sahip durumdalar. Almanların DE-CIX’i biz daha büyüğüz desede tek bir şehirde çalışan sistem olarak düşünürsek London Internet Exchange gerçek anlamda 1 numaradır.

Peki Hollanda?

Yukarıdaki fiber rotalarına dikkat ederseniz global rotanın büyük kısmı ingiltereye bağlanırken neredeyse diğer rota hollanda durumunda. Doğal ticaret merkezi, doğal liman ve en büyük trafik mecralarından biri durumuna geliyorlar. Regulasyon yine sorunsuz, global anlamda hukuk ve ticaret konusundaki reputasyonları tabiki çok iyi. Bu nedenle uluslararası tüm müşteriler Hollandayı rakipsiz olarak tercih sebebi sayıyor.

Bu notkada eski bir söylentiden bahsetmek gerek, bunun gerçek olup olmadığını bilmiyorum doğrusu o yüzden sadece söylenti olarak bahsedeceğim. Hollanda içerisinde herhangi bir verimerkezinden herhangi bir hosting sağlayıcısından bilgi talebinde bulunmak, bu talebin üstüne işlem yaptırmak için hollanda KRALI olmanız yeterli değil malesef. Bağımsız bir kaç mahkemeden onay almanız ve meclisten karar çıkartmanız gerekiyor. Bunu söylerken birden gülesim geldi, alakasız işlerden müşterilerin bilgileri yüzünden bir kaç defa nezarete girdiğimi, hakkımda 100+ dava açıldığını düşünürsek gülmemek elde değil doğrusu. Komik desemde yukarıdaki ülkelerden sonra en kral olmalarının sebebi işe KRALlarının bile dokunamıyor olmasından geliyor…

Bu arada bütün büyük verimerkezi şirketlerinin en büyük 2. veya 3. ciroları Hollandadaki ortamlarından gelir, yani Amerikanın en büyük verimerkezi en büyük ciroyu kendi ülkesinden sonra hollandadan kazanır…

Ya Almanlar?

Malesef biz Almanlardan sadece kaybettiklerinde yenilmeyi almışız, bu konulardaki becerilerini hiç içselleştirmemişiz… Almanlar Hollanda gibi merkezi değil, İngiltere gibi sınır değil. Peki nasıl sıralamaya giriyorlar? Tabiki hukuk yapısındaki düzgünlük küçümsenemez. Fakat bu adamların becerisi Avrupanın tam ortasında yer almalarını avantaja çevirmek olmuş. Tüm yollar Frankfurt’a çıkmasada tüm fiberler Frankfurttan geçmiş ne şans değil mi? Fiberlerin Fra da toplanmasını yüksek mühendislik ile kaliteli çözümler ile birleştirmişler ve en büyük trafik dağıtım noktalarından biri durumuna gelmişler.

Sonuç olarak Amerika, İngiltere, Hollanda ve Almanya düzenli işleyen ve dünyaca kabul gören hukuk sistemi, ticaret konusundaki global reputasyonlarının üzerine coğrafi şartlarını kullanmışlar. Bunu akıllıca değerlendirmişler. Kösteklemek yerine global zaafiyetleri ve talepleri dikkate alarak çözümler üretmişler ve sadece 5-10 yıl gibi bir sürede bu alanda dünyanın sayılı mecraları haline gelmişler.

Mişler dediğime bakmayın bu süreçler resmen gözümüzün önünde yaşanmış durumda fakat bunları bize öğretecek veya farkına varmamızı sağlayacak kimse olmadığından bizlerde o dönemlerde para kazanma dertlerine gömüldüğümüzden sektörün oyuncuları olarak bunu farkedemedik. Şuanda ancak geriye doğru bakarak ders alabilir durumdayız. Ders alabiliyor muyuz peki?

Ne alaka diyeceksiniz ama Luxemburg?

Luxemburg
Luxemburg

Soldaki resimde gördüğünüz üzere ülkenin boyutu bizim İzmirden 5 kat ufak neredeyse. Bende yazımı hazırlarken bilgi sahibi olmadığımdan şuradaki wikipedia sayfasından inceledim. Nüfusu sürekli azalan, kişi başı gelirin 80.000 USD ve üzerine doğru gittiği bir ülkeden bahsediyoruz.

6-7 yıl önce fuarlarda bu arkadaşları görmeye başlamıştım. İlk tepkim ne alaka olmuştu. Sonradan detayları öğrendim. Arkadaşlar avrupadaki en büyük startup desteklerini üretmişler. Özellikle yabancı şirketlerin ofis açması için tüm alt yapıyı ve tüm destekleri çok uygun şartlara sağlıyor, işin bürokrasisini neredeyse sıfıra indiriyorlar. Tek istekleri senin gelip kendi ülkeleri içerisine taşınman ve istihdamı bu ülkeye yapılandırarak tüm Avrupa servislerinde bu ülkenin imkanlarını kullanman yönünde.

Hal böyle olunca hiç bir özelliği olmayan ne deniz ne kara tarafında coğrafi özelliği olmayan bu ufacık, bizim ilçeler boyutundaki ülke işin ticari avantajlarını kullanarak öne çıkmaya çalışıyor. Üstelik bunu devlet politikası olarak benimsemişler ve devletin çok ciddi bir desteğini alarak yürütüyorlar.

Haritadaki konumlarını tekrar gözden geçirmenizi öneriyorum…

 

Ya Türkler?

Bu başlığı boş bırakıyorum. Konuyu sizin hayal gücünüze teslim etmek istiyorum. Elbette ne yapılmalı ne yapılmamalı konusunda bolca fikrim ve tecrübem var.

Bu noktada piyasadaki herhangi bir verimerkezi işletmecisi ile görüşürseniz ilk tepkileri elektrik çok pahalı, internet çok pahalı gibi yüzeysel cevaplar alacaksınız. Çözüm fiyatı düşürmek değil. Çözüm farkındalık yaratmak ve farklılaşmaktan oluşabilir. Eski yöneticimin çok güzel bir lafı vardı: ‘Fiyatı indirerek yapılacak satışı benim 3 yaşındaki kızım da yapar!’.

Saygılar,